31 Temmuz 2016 Pazar

Rengarenk

...
İlk önce geçen ay yazdığım deneyin sonucundan kısaca bahsedeceğim size.
Sevdiğimiz ve sevmediğiniz şeyler üzerine fikirler almıştık
Ve listeye göre ; genelde sevdiğimiz şeyler aslında kolay elde edeceğimiz ama vakit ayıramadığımız şeyler olmuştu.
Bir de düşünmeden söyleyemiyorduk, mutlu olduğumuz şeyleri. Fark edince önlem almak gerekiyor.
Düşünmeden mutlu olduğumuz şeyleri saymak en güzeli. Bir çırpıda şunları diyebilmek gerekiyor.
Kimlerle vakit geçirmek keyifli ve hemen yanında olmalıyım. Nerede olmak mutlu ediyor beni ?
Önce daha kolay ve maddi imkanlarla mümkün olanlardan başlayalım. 
Sonra da uzak olan yerleri yazalım. Şimdi olmasa da belki ileride gideceğimiz yerler olsun.

Sizin de özel bir yeriniz var mı ?
Televizyon izlerken aklıma geldi. 
Bence kesinlikle herkesin bir mekanı olmalı. Saklanıp, düşünüp, kafa dinlemek için bir yeri olmalı.
Hani dizilerde olur ya. Hikayenin kahramanı kaybolur ve Onun sürekli gittiği bir yer vardır.  Ve en yakın arkadaşı onlarca yeri aradıktan sonra " ben onun nerede olduğunu biliyorum" der ve Onu orada eliyle koymuş gibi bulur. Bizim de olmalı sonuçta biz de kahramanız kendi hikayemizde.
Benim birkaç mekanım var mesela. 
Huzur duymak istediğimde kendimi orada düşündüğüm ve imkanım varsa hemen oraya doğru yola çıktığım.
Tavsiye ederim.
Araştırıp , düşünüp yerlerinizi seçin.
Sonra da "neredesin" denince  " Bizim mekandayım " diyerek isterseniz ulaşılabilir olun , istediğinizde de hiç bir şey demeden ulaşılmaz olun. 

Renklendirin hayatınızı
Hayatımı renklendirmek kaderin muhteşem kurgusuyla birlikte benim elimde.
Tercihlerle şekilleniyor renkler.
Hayatımda  neye daha çok yer verirsem, o yanımda oluyor.
Huzursa istediğim, huzur peşinde koşuyorum yeşillerle.
Mutluluksa istediğim, peşindeyim ve lacivertim.
Aşksa kırmızı.
Aşkla yaşamak istiyorsam eğer, yenilmeyi de, yorulmayı da, teslim olup, ben demekten vazgeçmeyi kabul ediyorum.
Sadece tek bir aşk yok ki.
Ailene aşk duyarsın, arkadaşlarına, işine, hayatın kurgusuna, doğaya ve Yaradan' a.
Aşkın en büyük olanı O değil midir zaten ?



Renkler sizin, hayat sizin, tercih sizin.

Sevgiyle...

Yasemin Semerci
Vitrin Hayatı Paylaş Dergisi / Almanya
Yaseminli Köşe / Temmuz 2016

Neyi Özledin ?

 “ Bundan yaklaşık 17 yıl önceydi hatırlıyor musun ? ”
Zaman çok çabuk geçiyor hocam ama sen hatırlarsın.
Beni biliyorsun, hatırlamakta oldum olası güçlük çekerim, ki bu yüzdendir kağıda kaleme sarılmam. 
Neyse ki okul yılları durum analizi yaptığımız, planlarımızı anlattığımız mektuplarımızdan, yazılardan oluşan çok fazla defterimiz var. Unutmamamızı sağlıyor bu. 
“Söz uçar , yazı kalır” diye boşuna dememişler değil mi canım ? 
Az önce senin yazdığın bir mektuba denk geldim ve fark ettim ki çok zaman olmuş sana yazmayalı. 
Mektupta detaylarını okudukça , o günü anımsadım ve okul zamanı yaşadıklarımızı da.

Sabah okula üç otobüs değiştirerek varabiliyordum.Düzeltiyorum afedersin,  o zamanlar Sarıyer’ e otobüs olmadığı için sadece minibüsle gidebiliyorduk.
Sabah ders başlamadan yarım saat erken gelelim diye sabah beş bazen beş buçuk gibi yola çıkardık, iki çift sohbet edelim diye. Dünün analizini yapalım, yeni günü de güzelleştirelim diye.
Bu sırada sen vapurda, ben de otobüste yolculukta başımıza gelenleri, çevremizdeki insanları (yüzlerine bakıp analizlerimizi) kendimize göre yorumlar ve yazardık. 
Çoğu gülümsemek için yazılan, sevgi içeren şeylerdi.

Sen de Kadıköy’e gelir, oradan vapurla Eminönü’ ne ve ardından otobüsle okula gelirdin.
Dönüş yolunda ise yine birlikteydik.  
Biliyorsun o zamanlar Taksim- Sarıyer minibüsleri çalışıyordu. Kütüphanenin az ilerisindeydi Taksim minibüs durağı. Dönüşte birlikte Beşiktaş’a kadar giderdik. Stadın orada trafik yoğunsa  ve minibüsün dolmasını da beklediysek yirmi dakikayı bile bulabiliyordu bu yolculuk. 
En eğlencelisi de o yolda yaptığımız sohbetlerdi değil mi ? 
Nasıl gülerdik, nasıl mutluyduk, nasıl keyifliydi her şey.
Beşiktaş’ ta birlikte inerdik minibüsten.
İskeleye gider,  senin vapurunun gelmesini beklerdik, Sonra da 25/A Rumeli Kavağı otobüsüyle Sarıyer’e dönerdim ben. 
Yolda yine yazılar, resimler…
Resimler çöp adamlı ve günün özetini içeren içerikle yapılıyordu ve ikimizin dışında birinin ne yazılanları anlaması ne de resimleri yorumlaması mümkündü.
Tabi birbirimize taktığımız ünvan ve isimleri saymıyorum bile.Biz o zamanlar ünvanları gülümsemek için kullanırdık dostum biliyorsun.
Dünyaya daha güzel baktığımız zamanlardı. 
Ne gam, ne tasa…

O yıllar cep telefonu yeni yeni kullanılıyor tabi.
Hani o koca koca antenli Ericson, Nokia, Sonny cep telefonları. Bazıları sadece SMS alıyor ama atamıyordu. Şimdi düşününce garip geliyor değil mi ?
Sonra ilk telefon faturalarımız.
Faturalarda bazen bir sonraki aya bazı tutarlar ekleniyordu.
Mektupta yazmışsın tutarı ve eklemişsin, “Şimdi bittik !!! Annem beni öldürecek.” demişsin.
Annen “Ben bu faturayı ödemem” demiş, keza benim ki de aynı. Ne yapacağız biz diye kara kara düşünüyorduk tabi devamında.  Yine birlikte muhteşem bir planla, harçlığa harçlık katarak sorunu çözmüştük.
Sen okuldan istenen kitap parasını iki katı söylerken, ben de benzeri kurgularla aynı gün anneden, babadan, ağbiden ayrı ayrı harçlık alabilmiştim. Hep aynı kütüphanede çalışacağız sözleriyle. Oysa kütüphaneye hiçbir uğramamız  ders çalışmak için değildi sanırım . Biz genelde sınav haftası çalışan öğrencilerdik. Ayrıca, “bunun bütünlemesi yok mu canım” felsefesini de severdik.  
Ama güzel notlar da alırdık, çoğu kez sıkıntıya gerek kalmadan.
Şimdi nasıl da rahatça söyleyebiliyor insan, o dönem korkardık bu ufak oyunlarımızın açığa çıkmasından ama yıllar geçtikten sonra annenin karşısına geçip, bunu gülümseyerek konuşabiliyorsun.
Aslında yaptığın/ yaptığım dolandırıcılığa giriyormuş dostum .( Bunu yazarken gülümseyen yüzün geldi aklıma )
Mektupları okudukça fark ettim.Yıllar geçtikçe özlemlerimiz artıyor güzelliklere dair.


Neyi özlüyorum biliyor musun dostum ?

Hani o mesaj atamayan telefonların sessizliğini özlüyorum.
Hayatımızın teknolojiye esir olmadığı günleri özlüyorum.
Ünvanlarla dalga geçtiğimiz  ve bir insana gülüşünün içtenliğine göre değer verdiğimiz günleri özlüyorum.
O çok katlı beton binaların katları yükseldikçe, yürekler de bir tepeden bakar oldu sanki diğerlerine.
Sen ne düşünüyorsun diyen insanları özlüyorum.
Birbirinin başarısından keyif alan insanları özlüyorum.
Özgür düşünceden yanayım deyip, sürekli birilerine hakaret edenler yerine, farklı fikirde olduğu insanlara da saygı duyanları özlüyorum.

İnsan içindeki kibirden uzak durabilir mi ? demişsin.  (Hani izlediğimiz filmin sonrasında olan mektubunda )
İsterse demişim, ben,ben,ben demekten vazgeçerse demişim.
Denemek gerek miyor mu dostum?
Ben ile başlayan cümlelerden sıyrılmayı deneyenleri özlüyorum.

Bir de seni özlüyorum.

Yasemin Semerci
31.07.2016 / Bad Soden