30 Aralık 2015 Çarşamba

Yeni Çağ Gariplikleri

Bu ay seninle paylaşmak istediğim şey,  içinde kaybolduğumuz dünyanın karmaşası. Sen de bu karmaşaya takılıyorsan gülümse diye.

Dünya yeteri kadar büyük olduğu halde, biz içinde mutlu olacak şeyleri ararken kayboluyoruz bazen. 

Sığdığımız alanlar yetmiyor bize, hep daha fazlasını istiyoruz. 



Daha daha daha...

Daha büyük bir ev, daha yeni bir telefon, arabamızın bir üst modeli, mobilyalarımızın yeni modelleri...
Yani bazen henüz sahip olmadığımız şeyler,  bazen de sahip olduklarımızın daha iyilerini arzuluyoruz.
Hep bir beklenti içindeyiz, beklentilerin adı ve şekli değişiyor sadece.
Eşyalarla  ilgili beklentilerimiz gibi insanlara da sahibi olmaya meyilli insanlar oluyoruz git gide. Arkadaşlıkta, aşkta ne çok yoruyor ve yoruluyoruz. Ne çok hesap veriyor ve ne çok hesap soruyoruz ? 

Bazen sorulmadan açıklamalar yapıyoruz etrafımıza fark ediyor musun sen de ?

Şu internet sosyalleşmesi...

Sosyal ağlar...

Bir yandan ilkokul arkadaşını bulmanın keyfi, bir yandan da eski sevgilinin nişan fotoğraflarını izlemenin garipliğini yaşarsın.

Bir yanda başka ülkelerdeyken, ailenle, arkadaşlarınla sınırsız özlem giderme imkanını bulursun, bir yandan da ne zaman sisteme girdin, girdin de arkadaşının mesajına neden cevap vermedin hesapları verirken bulursun kendini. 

Ne garip değil mi?

Arkadaşlarının seni iyi anımsaması bazen internetten mesajlarını hızlı cevap sürene, arkadaşının fotoğrafını beğenme sayına paralel bile olabilir bu yeni internet çağında.
Oysa hiçbir şey göründüğü gibi değil.

Kelimelere dökülen  ya da dökülmeyen şeyler tam tersini ifade edebiliyor bazen.

Zira dünya karmaşası baki, yolunu bulup, bildiğin ve inandığın gibi yaşamak güzeli. 


Yasemin Semerci
Vitrin hayatı paylaş dergisi / Almanya
Ocak 2016

4 Aralık 2015 Cuma

Yeni bir yıl daha ...

Yeni yıl, yeni dualar, güzel dilekler...

Bir yılı daha geride bırakıyoruz. 

Her yıl Aralık ayının sonlarında olduğu gibi, bu yıl da yeni yıl dileklerinin içinde olacağız. Dilekler ve dualar yolunu bulur her zaman. Bize de başkalarının dualarında yer aldığımız için şükretmek düşüyor gülümseyerek. 

Bu yıldan ne istediğimizi düşünüp, biz de kendimiz , sevdiklerimiz için dilek ve dualarımızı listeyelim.

Yeni yılla birlikte  bazı şeyleri azaltıp, bazılarını da arttırarak daha huzurlu günlere ulaşalım mesela.

Azaltalım ;
Daha Az ; Sorgulayalım hayatı
Daha Az ; Karar alalım
Daha Az ; Dünyalı gibi davranalım
Daha Az ; Eleştirelim
Daha Az ; Kalp kıralım
Daha Az ; Surat asalım

Arttıralım ;
Daha fazla ; Akışına bırakalım hayatı, teslim olalım
Daha fazla ; Sevdiklerimizi takdir edelim
Daha fazla ; Kalp kazanalım
Daha fazla ; Gülümseyelim
Daha fazla ; Sürprizlerimiz olsun
( kendimize ve sevdiklerimize )

Bu yıl için yeni bir gülümseme kazanmalı ve gülümsememizi hep paylaşmalıyız .
Aslında her zaman tercih bizim değil mi? 

 “ Hayat güzeldir ” diyerek, yüreğimizde hissedebilir  ya da serzenişler arasında kaybolabiliriz.
Hayata nasıl bakarsak, onu bize geri verdiğini düşünüyorum. 

Doğru ya da yanlıştan öte hayatı kolaylaştırmak için yapılabilecek bir tercih bu. 

Sonuçta hepimiz zaman zaman bu dünyaya ait olmadığımızı hissetmiyor muyuz?
Ben bunu hissedince korkardım eskiden, bir şeylerin yolunda gitmediğini sanırdım.
Yanılmışım.
Farkına vardım ki asıl kendimi bu dünyaya ait hissedince huzursuzum.
Bu dünyaya ait değiliz, emaneten sahip olduğumuz her şey gibi.
Farkına vardığımız an, kısa olan hayatın akışı yavaşlıyor ve daha keyifli bir hal alıyor.
İşte yıllar bu yüzden önemli.

İnsan bazı şeyleri yaş aldıkça, yaşadıkça çözüyor ve yıllar geçtikçe her yaşadığını gönlünde güzel bir köşeye koymayı öğreniyor sanırım. 

Bu anlar ister acı dolu olsun ve gözyaşı olsun içinde, isterse bol kahkahalı ve keyif, gurur,onur duyduğumuz anlar olsun. Hepsi aslında yürüdüğümüz yolu oluşturan ve biz olmamızı sağlayan hikayelerin bir parçası.

Yeni yılda yeni hikayelerimizden aldığımız, yüreğimize taşıdığımız kısımların bolca olması temennisiyle...

Vitrin Hayatı Paylaş Dergisi  / Almanya
Aralık 2015

28 Kasım 2015 Cumartesi

Can Kırıkları

İnsan yaralarını kendisi kanattıkça, sarmayı da öğreniyor.
Bazen bazı kaburga kırıklarında da olduğu gibi sarıp sarmalamadan sadece iyileşmesini bekliyor.
Tabi ki zaman ilaç oluyor bu durumda.
Bazen kısa bir zaman bazen de yıllar sonra sessizce kapanıyor yaraların, ufak bir parçası kalsa da.

İlginçtir ki kalbinden alacağın yaraları ne yaparsan yap hesaplayamıyorsun. 

Mezun olduğun okullar, aldığın sertifikalar,  psikolojin üzerine edindiğin bilgiler ya da okuduğun kitaplar, dinlediğin nasihatler  fayda etmiyor.
Göz göre göre ateşe atıyorsun kendini. 
Kalbindeki ateşe sarıldıkça yanıyorsun, yandıkça içindeki yeri büyüyor fark edemiyorsun. Fark ediyorsun da, içine işliyor kaybetme korkusu susuyorsun. Hem kendini hem de O'nu kaybetmemek için.

Kalbinden yara almak icin elinden geleni yapıyorsun yine de. 

Engel tanımıyor , korkularını yerle bir ediyor, bir an seni dünyanın en mutlu insanı bir an da bu dünyaya ait olmadığını hissettiriyor bu belki de.
İçine işliyor söyledikleri, hayata bakışı.
Başını omzuna yasladığında, dünyada olup olabileceğin en huzurlu yerde hissediyorsun kendini.
Bakıyorsun O'na, gülümsüyorsun. 

Orda işte; seni, hayatını, cümlelerini, dinlediğin müziği, alışkanlıklarını, dünyaya bakışını değiştirecek insan.
Nedense çok konuşmuyor kendisi, sadece seni konuşturuyor.

Bildiği şeyleri bir de sen söyle istiyor. Ama senin de bildiğin ve bir de Ondan duymak istediklerini söylemiyor.

Sana söylettikleri de anlam kazanıyor. Farkediyorsun ki sen hiç konuşmadan anlaşılmayı beklemişsin,  kolaya kaçarak, gururunu bahane ederek.
Oysa bu sadece etrafına ödevler vermek gibi bir şey; "anlaşılmayı beklemek." Ve aynı zamanda hüsranın ikiz kardeşi.

Değiştiriyor seni.
Diyorsun ki, nasıl da bu kadar şeyin farkında ve ben nasıl farketmiyorum?
Nasıl da gülümserken gizledigim kimsenin farkedemediği hüznü görüyor?
Görüyorsun, söylemediklerini / söyleyemediklerini söyletiyor sana.
Her konuştuğunda kendini de çözüyorsun.  Bir puzzle gibi parçalarını tamamlıyorsun. Hiç bir şeyin tesadüf olmadığını biliyorsun, bu da bir tesadüf değil.

Zırhını çıkarıyorsun üzerinden, anlaşılmayı beklemek yerine sen anlatıyorsun artık çoğu kez. Korkmadan, çekinmeden...


Kalbindekilerin adı olmuyor. Kıymetli oluyorlar ordakiler.
Büyüdükçe, kırıkların kaynadıkça, yaralarını sardıkça daha sıkı sarılmayı öğreniyorsun böylece.


Gülümsüyorsun her şeye ve herkese rağmen ve sesini açıyorsun kulağındaki müziğin;
Şebnem Ferah söylüyor " Can Kırıkları " 


Yasemin Semerci

Vitrin Hayatı Paylaş Dergisi
Almanya / Kasım 2015
 

Tevekkül

Hepimizin bildiği ve hayat koşturmacasında unuttuğu yaşam kaynağımız, bizi hiç unutmayan yüce Rabbimize şükredip, hamdolsun demek, güzellikleri fark etmemizi ve içimizin de güzelleşmesini sağlıyor.

Bir yandan sahip olmadığımız emaneten bizimle olan her şey için şükrederken, bir yandan da dünya koşturmacasında hırsımızın esiri oluyoruz. Bizi yoran şeylerin hepsi dünyalık değil mi oysa ? Hiçbiri sonsuz değil farkındayız hepimiz. 


Neye üzülüyoruz gerçekten, neden hasta oluyoruz sık sık , neden arkadaşlarımıza, ne dediklerine, ne yaptıklarına bu kadar kafa yoruyoruz ? Hangi derdimiz çaresiz ? Aşk mı ? Para mı ? İşler ve beklediğimiz terfiler mi? Üstelik sağlığımızla ilgili yaşadıklarımız bile bu imtihanın bir parçasıyken...

İnanan insanlar için bu dünyanın sadece bir imtihan olduğunu biliyoruz. Biliyoruz bilmesine de nefs giriyor araya ve yeniliyoruz.  Ölümsüz gibi düşünüp, ölümsüz gibi acılar çekip, öfkeler,  kaygılar biriktiriyoruz. Bir bakmışsınız aldığımız diplomalar, statüler, kartvizitlerimiz, kullandığımız arabalar, taktığımız takılar,  edindiğimiz üst düzey yönetici olan arkadaşlar konuşmak için konumuz ve gurur kaynağımız oluyor.  Unutuyoruz, ahirette almak isteyeceğimiz terfileri, o cennet köşklerini, cennet bahçelerini...

Allah' a ( CC ) sığınmadıkça, tevekkül etmedikçe  mutluluklarımız kısa ömürlü değil mi ? En uzunu bir ömür sürdü diyelim, ya sonra?  İstediğimiz sonsuz huzur, sonsuz mutluluk ise cenneti düşünmek ve cennet için yaşamak aslında hem bu dünyamızı hem de sonsuz ahiretimizi umutlu kılmaz  mı?

Tevekkül etmek huzuru getirir.


Unutmayalım  ki her şey Allah' tan. 

Samimiyetle dua edip, O' na sığındıkça,  bu dünyaya kapılıp, seni unutmadım " ya Rabbim " dedikçe dünyada da cennet bahçelerini hissetmek ve huzur bulmak mümkün. 


Yasemin Semerci

Vitrin hayatı paylaş dergisi
Almanya / Eylül 2015

Çocukluğumuz

" Kesinllikle lavanta kokusudur" dedim. 
"Emin misin ?" diye sordu gülümseyerek.
" Aslında hanımeli ya da leylak da olabilir." dedim. 
"Emin misin?" diye yineledi ve tepkimi ölçercesine " bir daha düşün"  diye ekledi.
 " Akasya"  dedim ve elimdeki bol şekerli türk kahvemden bir yudum alıp, Ona baktım. 
Dışarıdan biri görse O'nun beni kesinlikle dinlemediğini düşünebilirdi ama yıllardır yaşadıklarımız sayesinde beni pürdikkat dinlediğini, cevabımı beklediğini ve hatta devamında soracagi sorunun bile hazır olduğunu  gayet iyi biliyordum. 
Çünkü ben de öyle dinlerdim O'nu. Bir sonraki soru ya da yorumun hazır olmasının nedeni de birbirimizin gideceği yolu en iyi bilen olmamızdandı.

Ben  25 yıl öncesine gitmişken, O çoktan kitaplığımdan bir kitap almış ve eklemelerimi bekliyordu.

" Ihlamur belki de fesleğen, kasımpatı bitmedi bitmedi bir de sardunya kokusu " dedim. Beni getirmek istediği yola yaklaşmıştım, hüzünlü bakışından anladım.
Sardunya bizim çocukluğumuzdu ve saydığım tüm çiçekler. .


O benim çocukluğumu hatırlatan arkadaşımdı, dostumdu ve kardeşim.

" Gördün mü bak, ne çok çiçeğimiz  var kokusu  çocukluğumuzu hatırlatan." demesiyle birlikte ikimiz de çoktan o yemyeşil köyümüzde, yaz günü botlarla gezdiğimiz günlerden birindeydik...


Yasemin Semerci
Vitrin Hayatı Paylaş Dergisi

Almanya/ Temmuz 2015
Can dostum'a.

Sığınak ( Baba )

Yaşı kaç olursa olsun ,  insanın bir sığınak aradığı zamanlar vardır.  
Bu sığınak çoğu zaman doğduğunuz günü bilen, size isminizi veren, kendi yıllarında yaşadıklarına göre nasihatlerini eksik etmeyen biri olunca, en güzel yolu buluyor insan.
Sığınak adı, kısa ve net;  " BABA"
En güvenilir köşe.
Yaş ilerledikçe mana veremediğin bir dolu şey mana kazanır.

Hırsını yenersin, babanın verdiği nasihatlerin aslında yaşanmışlıklara dayandığını, haklı ya da haksız tüm söylediklerinin aslında seni çok sevdiğinden, koruyup kollamak isteğinden olduğunu, senin yaşın kaç olursa olsun, seni doğduğun gün kucağına alıp, kokunu içine çektiği gün olduğu gibi gördüğünü anlıyor insan. 

Hele ki sana mis kokulu bir çiçek ismi verdiyse, o çiçeği her gördüğünde gülümseyerek teşekkür edersin Allah' a.

Bazen tüm bunları unutuyoruz. 


Unutuyoruz ki en çok sevdiklerimiz en çok kırdıklarımız oluyor.

Ve sonra büyüdükçe  ( yaşı değil , yaşadıkları büyüdükçe ) her ne olursa olsun, ne denli haklı olursan ol, ne denli mantıklı olursa olsun nedeni babana karşı kazandığını düşündüğün hiçbir tartışmayı/ kavgayı aslında kazanmadığını anlıyorsun.
Baban mutsuz olursa sen de mutsuz oluyorsun, tıpkı yıllar önce her adımının mutluluğunda Onun mutlu olduğu, sen üzüldüğünde Onun da dünyayı ayaklandırdığı zamanlar gibi.

Bırak senden iyi bilsin, bilmese bile senden iyi biliyor davransın, söylesin. Hayattaki en güçlü sığınağınla savaşmak olur mu? Bırak Yenil,  yenilmenin mutluluğunu yaşa,  keyfini sür. 

Çünkü babana karşı her yenilgin senin biraz daha hayatı çözdüğünün işareti.

Çünkü " cennet annelerin ayakları altında" olduğu gibi, bir de " baba duası" denen bir gerçek var.

Bu duayı alan herkesin etrafını gülümsemeler kaplamasını umut etmek bile kafi ...

Yasemin Semerci
Vitrin hayatı paylaş dergisi
Almanya / Haziran 2015

Çok sevdiğimiz birileri...

Çok sevdiğim biri derdi ki,  “Hayatı önceliklerimiz belirler. 
Eğer önceliklerini doğru belirlemediysen; hayatın, duyguların, ruhun karışmıştır ya da çok yakında karışacaktır.” 
Bu dediğini o zamanlar çok düşünmedim, belki de çoğu kez düşünmeden yaptığım gibi “haklısın” deyip geçtim. 
Yani aslında sevdiğimizin seslenişi, iyi niyetle ve gülümsememizi sağlayacakken, ‘’Tamam tamam, haklısın.” deyip geçmek ve üzerine düşünmemek alışkanlığımız değil midir?

Fakat aradan birkaç yıl geçince, karışıklıklar artıp huzursuzluğa dönünce bu öncelik meselesi aklıma geldi. 

Gerçekten önceliklerimize göre mi yaşıyoruz, davranıyoruz?
Kime öncelik sıralamasını sorsam, öncelikleri ufak tefek oynamalarla “aile, arkadaşlar, sevdiğimiz insanlar, sağlık, iş, kariyer, para, hobiler” gibi cevaplar veriyordu.
Ailemizin genelde ilk sırada olduğunu söylerken, gerçekten bunu önceliklendirdik mi bilmiyorum. 

Örneğin ihtiyacı olduğunu dile getirdiğinde değil, nedensiz yanında olduk mu annemizin?
Veya bir şey istemeden, sırf yüzündeki güzel gülümsemeyi görmek için sevdiği bir şeyi alıp gittik mi yanına?
Bazen güzel kokulu bir sümbül çiçeği ile çiçeğin büyümesini izledikçe ve kokusunu duydukça gülümsesin diye…
Bazen bir eşarpla başına ya da boynuna takıp kokusu kokumuz olması için bizi anımsayıp gülümsemesi için…
Bazen bir atkıyla bereyle; bu soğuk havası bol ülkenin soğuklarında üşütmesin diye…
Bazen sadece yanına gidip, sımsıkı sarıldık mı yarın birbirimizi görmeyecek gibi...

Biliyorum bundan bahsetmek de düşünmek de zor belki ama gerçek bu. Hayat kısa ve bu yüzden kıymetli.
Değerini bilmek, her anın tadını çıkarmak, gülümsemek, gülümsemeyi paylaşmakla daha güzel, anlamlı ve huzurlu…
Bir yerden başlamalıyız önceliklendirmeye ve buna uygun yaşamaya.
Bunu ertelemeden yapmalıyız ki zamana yetişelim ve hayatı kazanan biz olalım, diye.
İş, kariyer, para kısmından çok bahsetmesem de bunlar da tabii ki hayatın vazgeçilmezi fakat unutmamamız gereken, bunları kazanınca yanında kimlerin olmasını istediğin.
Bu yüzden önceliği sevdiklerimize veriyoruz belki, davranışlarımıza yansıtamasak da doğru olanı biliyoruz ve sadece hayat koşturmacasında unutuyoruz…

Hatırlayalım. 


Hayatımızın önceliğini, önceliklerini, değerlilerimizi.
Herkes için bir dolu kırgınlık olabilir, hataları olabilir sevdiğimizin, sevdiklerimizin, bizim de olacağı/olduğu gibi.
Fakat varsa tüm kırgınlıklarımıza ve hatalarına/hatalarımıza rağmen,  ne kadar kıymetli olduğunu hissettirelim çevremizdekilere, kıymetli olanlara.

Başlangıcın annelerimizde olması, ona sımsıkı sarılmak, işimizi kolaylaştırabilir.
Annelerimiz yanımızda değil, cennette ise bir dua okuyup onların gülümsemesini yine alabiliriz. 



Tıpkı Cemal Süreya’nın da dediği gibi “Hayat kısa, kuşlar uçuyor” 


Yasemin Semerci
Vitrin Hayatı Paylaş Dergisi
Almanya / Mayıs 2015

Farklı Sevgiler


Bazen insanlar kendi sevdikleri gibi sevilmeyi bekler, aynı boyutta, aynı sevme şekliyle ve aynı bakmasını ister çevresindekilerin de. Gerçek dünyada böyle bir şey olmadığını fark edemezler çoğu zaman.

İlk olarak kabul etmek gerekiyor; kimse sizi, sizin sevdiğiniz gibi sevmiyor, sevemiyor.  Ya kendi dünyasıyla seviyor, ya sevmiyor ama farklılığına saygı duyuyor ya da hiç sevmiyor ama severmiş gibi yapıyor. Hele ki anne sevgisi gibi tamamen mantık sınırlarını zorlayan bir sevgi beklerseniz,  hiç mutlu olamazsınız tabi.
Bu farklı hissedişler, kimseyi kötü biri yapmıyor , sadece doğduğumuz andan itibaren yaşadıklarımız, duygularımızı ifade edişimizi, hayata bakışımızı farklılaştırıyor.

Kendi dünyasından olmayan ( kendi yaşadığı gibi yaşamayan) sevgiyi zor kabulleniyor insan. Kabulleniyor ki başka dünyalardayız aslında. 
Her birimizin küçük küçük dünyaları var. 
Ve yıllarca yaşadıklarımız, öğrendiklerimiz, bulunduğumuz şehir , yaşadığımız aşk, edindiğimiz arkadaşlar, emaneten sahip olduğumuz eşyalar, yaptığımız yolculuklar, okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz filmler, inancımız, okulumuz, öğretmenimiz,  geçirdiğimiz hastalıklar, kazalar, aldığımız hediyeler, ettiğimiz kavgalar, çocuklarımız, ailemiz,  sevgilimiz, büyüttüğümüz çiçekler, beslediğimiz köpekler ve balıklar, ayrılıklar, mektuplar, belgeler, adımız,  doğduğumuz gün, yediğimiz bir akşam yemeği, çocukken aldığımız bir oyuncak, arkadaşımızın bir sarılışı, bir küfrü, sevdiğimiz biriyle birlikte yaptığımız bir seyahat, yağan yağmur,  bakkaldan alınan bir sakız, sevdiğiniz birinin cenazesinde dua edip, oradan ayrılırken Allah'a (CC) olan inancınızla sevginize rağmen O'nu orda yalnız bıraktığınız gibi garip bir hissiyat, yazdıklarınız, yazamadıklarınız, o gün içtiğiniz bir çay, selam verdiğiniz/vermediğiniz/veremediğiniz biri ve daha bir dolu şey düşünün anlık veya uzun zaman süren yaptığınız şeyleri. 
Bütün bunları yaşadığımız ve yaşayamadığımız kurgusunun bize olan etkisi; dünyamızı, düşüncelerimizi, kafamızın içindeki kalıpları, sevgimizi ve öfkemizi ifade ediş şeklimizi değiştiriyor.

Birkaçını düşünün mesela, kendi yaşadığınızla, etrafınızdakilerin yaşadıklarını. Nasıl farklı değil mi? Fark edelim.
Artık fark edelim ki, herkes kendi gibi sevsin, farklı olsun ama içten, yürekten olsun.
En çok ihtiyacımız olan şey bu belki de. Birbirimizin farkına, farklılığına saygı duymak.

Yasemin Semerci
Vitrin hayatı paylaş dergisi
Almanya/ Ekim 2015